Obezite fizyolojik bir uyum mudur, yoksa bir hastalık mıdır?

Bu yazıda insanın evrimi içerisinde ideal vücut kitle indeksinin yeri ve idealden sapma, bu sapmanın genetik nedenleri ve ortaya çıkardığı sağlık sorunları paylaşılacaktır.

 Platon’a göre, evrende değişmeyen hiçbir şey yoktur, o hâlde, gelip geçici bilgilerin değişmez ilksiz ve sonsuza kadar hep aynı kalacak olan asıllarının olması gereklidir. Bu asıllar yani gerçek bilgiler (idealar) bu evren’in dışında bir yerlerde, bir idealar dünyasında olmalıdır.

Platon, ideal insanın bir tane olduğunu ve bu insanın da sadece idea’lar dünyasında bulunduğunu söyler. Gene Platon’a göre; bu dünyada yaşayan insanlar sadece şu ya da bu şekilde o ideal insana benzemektedir. Bu küçük farklılıklar günümüz dünyasında tek tek sayabileceğimiz insanları oluşturmakta ve bizler bu farklılıklarından ötürü her bir insana ayrı ayrı isimler verebiliyor ve onları babamız, amcamız olarak tanımlayabiliyoruz. İnsanların yüzleri, boy ve kiloları birbirlerine benzese de birbirlerinin aynısı değil. Bizler o ideal insanı görmedik, yüzünün kime benzediğini, boyunu ve kilosunu da bilmiyoruz.

Tekrar bu dünyaya ve tıp bilimine dönersek; ideal bir vücut ağırlığı ve bu ağırlığın ne olması gerektiğini doğru bir şekilde bilmiyoruz. Bizlere yakın zamanlarda öğretilmiş insan şekline ilişkin bir imgemiz var ve bu imgemize yakın insanların boy ve kilolarını ölçüp oranlarını alarak ortaya çıkardığımız bir vücut kitle indeksimiz var.

Vücut kitle indeksi; bireyin kilosunun boy uzunluğunuzun karesine bölünmesi ile elde edilir. İdeal vücut kitle indeksi ve bu idealden sapmalar için aşağıdaki aralıklar belirlenmiş.

vücut-kitle-endeksi

İdeal, fazla kilolu ve obezlerin tamamen görünüş açısından sınıflandığını ve ideal ölçülerin gerçekten ideal olduğu için değil, bize öyle öğretildiği için ideal olarak kabul edildiğini söyleyebilirsiniz. Çok yemek yiyor ve az hareket ediyorsanız almış olduğunuz fazla kaloriler yağ olarak depolanmış olarak karnınızda ve kalçalarınızda kıtlık günlerini bekliyordur. Ancak günlük hayatının gereklerini yerine getiremeyen, yürüyemeyen, çalışamayan, tuvalete gidemeyen, temizliğini ve bakımını yardım almadan yapamayan bir morbid obez için bunu söyleyemezsiniz.

obezite1

Morbid obeziteyi ayrı bir kategori olarak bir yana koyarsak, obezite ve fazla kilolu olmanın görülme sıklığı toplumlarda gittikçe artmakta ve bunun geriye çevrilmesi de gün geçtikçe pahalı bir tedavi biçimine dönüşmektedir.

Tıp bilimi; Leptin ya da Leptin reseptör yetmezliği gibi doğrudan doğruya obeziteye neden olan kalıtsal hastalıkları tanımlamış, Cushing sendromu, polikistik over sendromu ve hipotiroidizm gibi obeziteyle birlikte görülen hastalıkları tedavi etmeyi öğrenmiştir. Dolayısı ile tıp birçok durumda obezitenin arkasında bir hastalık bulmuştur. Ancak bu bütün obezler için geçerli değildir. Obez olmayan, hatta fazla kilosu bile olmayan bireylerin bazıları hareketsiz yaşamaya ve aşırı yemek yemeye başladığı zaman, hızla kilo almaya başlıyor. Bu doğal fizyolojik bir durum mu, yoksa arkasında tıbbi bir neden var mı? Depresyon, kullanılan ilaçlar ya da stres pek âla böyle bir durumun ortaya çıkmasına neden olmuş olabilir. Ekonomik düzeyi artmış, sosyal çevresi iyileşmiş, daha zengin marketleri olan bir bölgeye taşınmış ve çok yemek yiyen birinde obezite her zaman gelişmiyor.

Bireylerin tümü herhangi bir nedenle hareketsiz yaşamaya ve aşırı yemek yemeye başladığında bu bireylerin hepsi hızla kilo almaya başlıyor ve obez haline geliyorsa, bu normal bir fizyolojik adaptasyon olarak kabul edilebilir.

Ancak hareketsiz yaşamaya ve aşırı yemek yemeye başlayan bireylerin bazıları ideal, bazıları fazla kilolu, bazıları da obez oluyorlarsa bu durum onların bireysel genetik farklılıkları (polimorfizmler) olarak değerlendirilir.

Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri ekonomik olarak gelişmiş bir ülke, insanları büyük porsiyonlara alışık ve çok yiyorlar.

Toplumun tümü obez+fazla kilolu değil. Ancak %63’ü obez+fazla kilolu. Bu oran ABD kadar zengin Japonya’da %25.

Bu verilerden açıkça görüleceği gibi, ekonomik imkânları artmış toplumlarda bireyler şişmanlamaya çok yatkın ancak bu o toplumun tüm bireyleri için geçerli değil.

Bu anlatılanlardan çıkarılabilecek bir önemli sonuç, iki önemli soru var. Toplumun büyük bir kesimi yaşam stilinin değişmesine bağlı olarak çok çabuk obez haline geliyorsa, bu koruyucu, doğal bir fizyolojik adaptasyon olabilir. Bu adaptasyonun hangi genlerle, nasıl bir homeostatik düzenlenme ile yapıldığını öğrenmek gerekir. Belli ki bu insanın evriminde hayatta kalma yönünde olumlu bir avantaj sağladı. Birinci soru: istatistiklerden gördüğümüz kadar ile, yaşam stilinin değişmesine bağlı olarak bir toplumdaki bireylerin hepsinde obezite gelişmiyor. Bazıları obez haline geliyor. Bireyler arasında ne farklar var? ….Genetik polimorfizmler?… Epigenetik?…. İkinci soru, obezite koruyucu ise yaşamı tehdit eden hastalıklar neden obezite ile beraber artış gösteriyor.

Obezite insan evriminde koruyucu bir rol oynamış mıdır?

Herhangi bir nedenle hareketsiz yaşamaya ve aşırı yemek yemeye başlayan bireylerin hızla kilo alıyor oluşları araştırıldığında, bu bireylerin kilo almayanlardan farklı genetik özelliklerinin olduğu dikkat çekmiştir. Farklılık gösteren genler obeziteye ait aday genler olarak tanımlanmış ve daha sonra bu genlerin sayılarının baş edilemez kadar çok olduğu görülmüştür.

Obeziteyi kontrol ettiği düşünülen 228 aday gen haritalanmıştır. Her bir obezite geninin gösterebileceği polimorfizm olasılığı son derece yüksektir.

Obeziteye moleküler tıp açısından baktığınızda, 228 obezite gen adayı ve bu genlerin gösterdiği binlerce polimorfizmi görürsünüz. Burada anahtar rolü oynayacak olan soru şudur. Neden günümüzdeki insanda obeziteye ait bu kadar çok çeşitli ve zengin bir gen polimorfizmi izleniyor?

Bu soru belki de şöyle cevaplanabilir: Obezitede izlenen gen farklılıklarına sahip olanlar bu genleri hayatta kalabilen atalarından getirmektedir. Belki de büyük kıtlıklardan sağ kalanlar sadece bu genetik farklılıklara sahip olan obezlerdi.

İnsan bu güne değin (bazıları 1-1.5 yıl süren) birçok buzul dönemi ile karşılaştılar. İnsanların birçoğu bu buzul dönemlerindeki uzun açlıklara dayanamayarak ölürken bazıları da hayatta kaldılar. İşte bugün yaşayan bizler o sağ kalanların torunlarıyız. Bu uzun açlıklara dayanabilenler, bu gün için ideal vücut ölçüleri olan insanlar değil,  muhtemelen bildiğiniz obezlerdi. Hepimizin  içinde bir Tanrıça ve onların obeziteye ait bu genlerinden bir yada birkaç tane bulunuyor olabilir.

Obezler hayatta kaldılar bu yüzden genetik olarak seçilmiş oldular.

Açlık sırasında insan günde 180 g yağ harcayarak yaşamını sürdürebilir. 100 günde 18 kg yağ, 450 günde 81 kg yağ harcar. Obez bir kişide 100 kg yağ dokusu vardır. Bir başka deyişle teorik olarak bu yağ dokusu ona 1.5 yıl yeter.

Obezite genetik ve çevresel parçaları ile multifaktöryel bir hastalıktır. Genetik yatkınlık olsa bile herkes bilir ki, diyet, fizik aktivite ve psikososyal fenomenler obezitenin ortaya çıkıp çıkmayacağını belirleyen çevresel faktörlerdir.

SONUÇ

Bir bireyin hangi gıdaları tercih edeceği. Bir bireyin obez olup olmayacağı. Egzersize cevap verip vermeyeceği, Diyete cevap verip vermeyeceği, kan lipid düzeylerinin diyetle azalıp azalmayacağı.Tip 1 diyabet riski olup olmadığı.Tip 2 diyabet riski olup olmadığı. Metabolik sendrom olup olmayacağı.Obez+sigara kullanıp kullanmayacağı, Obez+alkol alışkanlığı edinip edinmeyeceğine ilişkin kodlar evrim boyunca obezitenin koruduğu bireylerin gen havuzlarında birikmiş. Bu kodlar ortam bulduğunda yeniden açılabiliyor ve devreye girebiliyorlar. Obeziteyi bunları bilerek yönetmek vazgeçilmez gibi görünüyor.

Klinikte bu genlerin analizi ile daha fazla bilgi sahibi oldukça obezite ve onunla birlikte görülen hastalıkların nasıl daha iyi kontrol altına alınacağı daha iyi öğrenilecektir.